İhtimaldir ki ya siz, yada bir tanıdığınız depresyonun bir şekliyle karşı karşıyasınız. Hastalığın dolaysız etkilerinin yanında bir çok kişi, bu psikolojik hastalık nedeniyle kendilerinin damgalandığını düşünmektedir. Bu nedenle de; eşi, doktoru veya arkadaşı gibi kendisine en yakın olan kişilerle dahi bu konuda konuşmaktan çekinmektedir. Bu durum genelde kişilerin depresyonun ne olduğu ile ilgili bilgilerinin az olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu yazıyı okuduğunuzda, ilk adımı atarak; depresyon hastalığı ile ilgili ön yargılardan uzak ve gerçekçi bilgiler kazanarak hastalığın karşısına çıkacaksınız. Çünkü aşağıda belirtilen ve daha önce var olan önyargılarınız ortadan kalkmış olacaktır:
• Depresyon tedaviye iyi cevap veren ve tedavi edilebilen bir hastalıktır. Modern tedavi imkanlarının birçoğu depresyon tedavi için kullanılmaktadır.
• Depresyon tedavisinden sonra kusur ve aksaklık kalmamakta, kişilikteki değişiklikler geri gelmektedir. Farklılaşmış olan kişi yine “eski hali” ile belirmektedir.
Bu yazı size depresyon ile ilgili aktüel bilgileri aktarmaktadır. Elinize aldığınız bilgileri gözden geçirdikten sonra; bilinen en yaygın hastalık ile ilgili bilgilerinizi arttırmakla kalmayıp, doktor ve uzmanların soru ve açıklamalarını da çok daha iyi anlayabileceksiniz.
Her birimiz hayatımızın herhangi bir anında üzücü bir şeyler yaşayabiliriz. Buna karşılık insanların tepkileri birbirinden oldukça farklı düzeylerde ortaya çıkmaktadır. Eğer bu böyle olmasaydı, hayat da ihtimaldir ki gereksiz ve anlamsız olacaktı. İyi ve kötü, sevinçli ve hüzünlü günler hayatımızı geçirdiğimiz anlara beraberce aittir. Umutsuz, cesaretsiz, sıkıntılı ve üzgün olduğumuz gün ve saatleri herkes bilir ve yaşamıştır. Ancak normal şartlar altında bizler bu şartlardan çabucak ve tıbbi ve teröpotik bir yardım almaksızın kurtuluruz.
Eğer üzüntü ve sıkıntılar, arkadaşsızlık ve yalnızlık duygusu, kendini çaresiz ve işe yaramaz hissetme hali, taşınamayacak kadar ağır ve uzun süreli devam ederse, kişiler buna karşı bir şeyler yapmak ve profesyonel bir yardım almak zorundadır.
Depresyonun Belirtileri
Depresyon geçiren bir kişi, aşağıda sıralanan şikayetlerden birçoğunu yaşar:
Üzüntü ve Çökkünlük Hali: Sağlıklı olanlar için üzüntü, yoğun yaşanan bir duygu halidir ve ağlamayı da içerir. Belirli bir müddet sonra ciddi bir rahatlama ve hafifleme görülür. Depresyon hastaları bu rahatlamayı hissetmez. Depresifler çoğu zaman ağlayabilecek durumda bile değillerdir. Bu hastalar içlerinin bomboş olmasından yakınırlar. Alman Psikiyatrist Kurt Schneider bu durumu; “Duygusuzluk Duygusu” olarak tarif etmektedir.
Günlük Aktivitelere Olan İlginin Kaybedilmesi: Bununla sadece mesleki alan kastedilmemiştir. Hasta yakınlarının ifadeleri şöyledir: “Daha önceleri her gün günlük gazeteleri okur, akşam haberlerini de televizyondan seyrederdi. Şimdi ise artık hiçbir şey ile ilgilenmiyor.”
Arkadaşsızlık: Örneğin üzüntülü bir büyükanne sevdiği torunları ile karşılaştığında, kederli halinden belki kurtulamayacaktır, ancak hiç olmazsa biraz da olsa sevinecektir. Eğer büyükanne depresif ise, bu olaydan sevinemeyecektir. Torunları ile beraber olmak belki de tam tersi bir etki meydana getirebilecektir. Bu olaydan dolayı belki de kendini suçlayarak; “ben ne kadar kötü bir insan olmalıyım ki, torunlarımın gelişine bile sevinmiyorum” diyebilecektir.
Kendini Suçlama: Kişi o kadar ileri gidebilir ki, hayatta şimdiye kadar yaptığı her şeyin yanlış ve saçma olduğunu ifade edebilir. Veya bir yıl önce yaptığı bir hata tüm düşüncesini kaplayarak, yoğun bir suçluluk duygusu meydana getirebilir. Kendini suçlama bu tür depresif kuruntu veya endişeleri arttırabilir. Bu kuruntu ve endişeler depresif koşullarda abartılmış ve genelleştirilmiş, ifadeler kabul edilebilir düzeyde değildir. Kuruntular bir müddet sonra büyük bir suçluluk duygusuna dönüştürülerek, kendisinin muhakkak cezalandırılması gerektiği düşüncesini meydana getirir.
Duygulanım Bozukluğu: Bir çok depresif hasta için karar verme gücündeki bozulma, en kötü şikayetlerden biridir. Hemen hemen her görev ve iş kendisine büyük bir dağ gibi görünür. Bir şeyler yapabilmek inanılmaz büyük çabalar gerektirmektedir. Hastanın günlük işlerini dahi yapabilmesi için büyük bir çaba harcaması gerekmekte, daha ağır durumlarda kendi arzusu ile bir şeyler yapabilmeyi, aciz ve güçsüz bir şekilde sadece yatağında uzanarak beklemektedir. Bu durum konuşmaya da yansıyabilir. Bu durumda hasta ile konuşmak dahi zordur, çünkü genellikle ağlamaktadır. Diğer taraftan heyecanlar artmış bir şekilde de ortaya çıkabilir: Kendini suçlama düşünceleri artmış olan hasta, bazen tam olarak içsel huzursuzluk haline girerek, elleri ayakları birbirine dolaşır ve ne yapacağını bilemez hale gelir.
İçsel Huzursuzluk: İçsel huzursuzluk yaşanması hastalar için özellikle üzücüdür. Böyle durumda olan hasta;” siz benim burada gayet sessiz bir şekilde oturduğumu düşünebilirsiniz, ancak benim içim kaynıyor ve patlayacak duruma geliyorum” diyebilmektedir.
İştahsızlık ve Kilo Kaybı: Depresif hastalarda genelde iştah azalması ve buna bağlı kilo kaybı ortaya çıkar. Ancak atipik diyebileceğimiz depresyon türlerinde tam tersi bir şekilde iştah artması ve buna bağlı kilo artışı meydana gelir.
Uykuya Dalma veya Uyku Sürdürme Problemleri: Bazı hastalarda uykuya dalabilme esas problem olmasına rağmen, hemen hemen tümünde uykuyu sürdürme problemleri bulunmaktadır. Genellikle gecenin ikinci yarısında uyanarak; bir daha uyuyamazlar, düşünceler ve endişeler içinde rahatsız bir şekilde sabah ederler. Hastaların çoğu kendini sabahları daha kötü hissettiklerini, akşama doğru hafif bir rahatlamanın oluştuğunu söylemektedir. Yine atipik depresyon çeşitlerinde, uykuda tam ters bir görüntü ortaya çıkarak; hastalar sürekli uyumak isterler, gözlerini açamamaktan, sürekli halsizlik ve yorgunluk belirtileri olduğundan bahsederler.
Bedensel Şikayetler: Depresif hastaların çoğunun bedensel şikayetleri de vardır. Genellikle fiziksel hastalık bulgusuna rastlanmaz. Başında bir baskı olması, göğsünde büyük bir yük varmış hissi, boğazında tıkanma veya yutkunmada zorluk hissi ve genel bir ağırlık hissi bu şikayetlere örnektir. Kadınlarda aybaşı kanamalarının durması yada düzensizleşmesi ile, cinsel fonksiyon bozuklukları da bu tabloya eşlik eder. Bazen bu tür bedensel şikayetler o derece artmıştır ki, psikolojik şikayetler arka planda kalarak, şikayetler öncelikli olarak depresyonu düşündürmez.
İntihar Düşünceleri: Hemen hemen tüm depresyon hastalarına hayat oldukça anlamsız geldiği için, ölüm düşünceleri akıllarından geçer. Özellikle hastanın yakınları, doktorlar ve yardımcı sağlık personeli için bu depresyonun önemli bir özelliğidir. Hastaların ve yakınlarının intihar düşünceleri ile nasıl başa çıkabileceği, özellikle son bölümde anlatılmaya çalışılmıştır.
Depresyonun Nedenleri
Depresyonun tek bir nedeni yoktur. Depresyonun ortaya çıkabilmesi için bir çok faktörün bir araya gelmesi gerekmektedir.
Daha önceki yıllarda depresyon temelde dört ana gruba ayrılarak incelenmekteydi. Bunlar:
Reaktif Depresyon (Kişisel olarak yaşanan felaket ve acılara gösterilen reaksiyon): Tedavi genellikle psikoterapi ile başarılı bir şekilde yapılmaktaydı.
Nörotik Depresyon (Çocuklukta yaşanan psikolojik örselenmeler): Tedavi genellikle uzun yıllar süren psikanalitik terapilerle yapılmaktaydı.
Organik Hastalıkların Sonucunda Oluşan Depresyon: Beyin kanaması, enfeksiyon hastalıkları veya depresyon oluşturan ilaç kullanımı.
Endojen veya İçsel Depresyon: Depresyonu açıklayabilecek geçmiş bir yaşantı veya aktüel bir olay olmaması durumundaki gruplamaydı. Bu durumda depresyon nedeni biyolojik bir takım enzimler olarak düşünülmüştür. Tedavi amacıyla da; özellikle bu enzimlerin (serotonin, dopamin ve Norepinefrin) tekrar denge halini almasını sağlayan antidepresan ilaç kullanımı uygulanmaktaydı.
Bu gruplandırma modern depresyon tedavilerinde artık uygulanmamaktadır. Çünkü birçok depresif hastanın depresyon nedenleri bu grupların herhangi birine katılamamakta; daha çok yukarıda sayılan gruplardan kısmi parçalar alınarak, çok faktörlü nedenler ortaya çıkmaktadır (Organik Depresyon hariç). Bugün depresyonun tam olarak nasıl olduğu ve ağırlık derecesi tespit edilmeye çalışılmaktadır. Mümkün olduğu ölçüde depresyonu ortaya çıkaran nedenler tespit edilmeye çalışılmaktadır. Daha sonra uzmanlar; bilgi ve deneyimlerine ve hastanın koşullarına göre, tedavide başarılı olabilecek en uygun metoda karar vermektedir.
Ancak bugünkü modern anlayışa göre depresyonun nedenleri nasıl açıklanmaktadır? Aşağıda bir depresyon hastasının hikayesi üç farklı teoriyi daha net olarak anlamamızı sağlayarak, çok faktörlü yaklaşımın avantajlarını ortaya koyacaktır.
Bay A. 35 yaşında, bir firmada bölüm müdürü olarak çalışmakta evli ve çocuksuz bir beydir. Kendisi 1-1,5 yaşlarındayken, annesi tüberküloz nedeniyle hastanede tedavi olmuş, fakat iyileşemeyerek ölmüştür. Babası ise çocuğuna genelde sert ve katı kurallar uygulamış, hayatı daha iyi bu şekilde öğrenebileceğini savunmuştur.
21 yaşında iken gençlik aşkı ile evlenmiş, şu ana kadar da bu kişi ile olan beraberliği halen devam etmektedir. İlişkileri normalden daha sıkı ve dengeli olarak devam etmektedir. Meslek hayatına başladığı firmada, firma sahibinin özel ilgisi ve desteğini kazanarak bölüm müdürlüğüne yükselmiştir. Firma sahibi normalden daha fazla otoriter ve talepkar tavır içindedir.
Son yıllarda firma sahibi daha zor ve eleştirici bir yapıya bürünmüştür. Ödül ve cezayı kendi istediği şekilde dağıtabileceğine ve başkalarının bu konuda hak sahibi olamayacağına inanıyordu. Aktüel olan son görüşmede dahi patron, somut problemlerden olan işçi çıkarma ve benzeri durumlardan dahi haberi yoktu.
Bay A. İlk defa geçen ilkbaharda ağır depresyon geçirmiştir. Depresyondan bir ay önce eşi, kanser şüphesi nedeniyle hastanede detaylı bir incelemeye tabi tutulmuş, şüphe doğrulanmamış ve sağlıklı olduğu görülmüştür. Depresyon öncelikle uyku bozukluğu ile kendisini göstermiş, özellikle sabahları konsantrasyon bozukluğu ve isteksizlikle oluşan iç sıkıntısı oluşturmuştur. Birkaç gün sonra ise; iştahsızlık ve kilo kaybı bu tabloya eşlik etmeye başlamıştır.
Çoğunlukla hasta yoğun kuruntu ve endişelerden rahatsız olmaktaydı ki; bunlar iş hayatını tamamen bozacak hale getirmişti. Kendi isteği dışında, aklında sürekli, firmada hatalı işlere neden olduğu ile ilgili düşünceler yer almaktaydı. Bazı hatalar kısa bir süre önce yapılmış olmasına rağmen, bazıları uzun yıllar öncesine dayanmaktaydı. Bay A. Artık kendisinin başarısız ve işe yaramaz olduğunu düşünüyor, bundan kısa bir süre sonra da firmadan çıkarılmasını talep ediyordu. Bu arada önemli bir ayrıntı olarak, hasta kendisini akşamları daha iyi hissediyordu.
Ayrıntılı ve detaylı fiziksel muayeneler sonucunda hastada herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. Yapılan psikolojik değerlendirme sonucunda hastaya ilaç tedavisi uygulamaya karar verilmiş ve 3 haftalık antidepresan kullanımı sonunda, Bay A. Depresyon belirtilerinden tamamen kurtulmuştur. Bu aşamada psikoterapi uygulanmamıştır. Hasta 6 ay süreyle takip edilmiş ve bu süre zarfında göze çarpan herhangi bir depresif belirti görülmemiş, sağlıklı bir seyir sürdürmüştür. Bundan sonraki birkaç gün içinde hasta tekrar bir depresyon yaşamaya başlamış, ilk defada olan tüm belirtiler tekrar yaşanmaya başlamıştır. Bu defa ki depresyonu başlatan neden ise, patronunun haksız bir eleştirisi olmuştur. Bu defa geçen depresyon belirtileri yanında, intihar düşünceleri de yer almaktaydı.
Depresyonun Nedenlerini Açıklamaya Yönelik 3 Farklı Görüş
Bu kısa bir hasta hikayesini aktardıktan sonra şimdi, depresyonu açıklamaya yönelik üç önemli yaklaşımı açıklamalıyız. Bu modellerden hiçbiri kendi görüşünün 0 geçerli olduğunu ve tam olarak depresyonu açıklayabildiğini ispat edememiştir. Ancak bu üç görüşten her biri, depresyonun nedenini açıklamaya yönelik önemli bulgular elde etmiş ve tespitler yapmışlardır.
Biyolojik görüş ve araştırmalar; psikolojik rahatsızlıklara yol açabilecek bedensel değişimler üzerinde yoğunlaşmışlardır. Araştırmalar sonucunda ortaya çıkan sonuçlar, depresyonun bedendeki fiziksel değişimler sonucu oluşabileceğini desteklemektedir.
Örneğin; bir baba bir kez veya daha fazla depresyon geçirmişse, çocuğu için hayatta bir kez veya daha fazla depresyon geçirme riski %6 – %24 arasındadır. Diğer farklı araştırmalar da birincil derecede yakın akrabalarında depresyon geçirmiş olan kişilerde depresyon olasılığı, genel toplum ortalamasına göre 1,5 – 3 kat daha fazladır.
Biyolojik görüşün temel varsayımı, depresyonun ortaya çıkışında bedenimizdeki fizyolojik değişimlerin büyük bir rol oynadığıdır. Ancak tek başına depresyonun ortaya çıkışını açıklayamamakta; açık olarak farklı faktörlerin de bu tabloya eşlik etmesini gerektirmektedir.
Bazı durumlarda depresyon, aile üyelerinden birinin ölümü veya boşanma gibi ağır üzüntü veya sıkıntıların yaşanmasından sonra ortaya çıkmaktadır. Ancak bu gibi yaşantılar da depresyonun oluşması veya ortaya çıkması için tek başına yeterli olmamaktadır. Yukarıdaki örnekte anlatıldığı gibi, patronun olumsuz eleştirisi Bay A. için tek başına intihar düşüncelerini de içeren depresyona yol açabilir mi? Depresyon için tetikleyici bir nedenin olmaması, genellikle biyolojik nedenlere işaret eder.
Şu ana kadar depresyon ile ilgili deneyim ve bilgilerimiz; depresyonun ilkbahar ve sonbaharda daha sık ortaya çıktığını, sabahları daha ağır olmasına rağmen akşamları hafiflemektedir. Birçok bedensel değişim ve aktivite ışık ve karanlık tarafından idare edilmektedir. Biyolojik görüşü destekleyici en önemli görüşlerden biri de, depresyonda antidepresif ilaçların etkinliğidir.
Biyolojik – Psikiyatrik Araştırmaların Bakış Açısı
Biyolojik – psikiyatrik görüş çerçevesinde ilaçların depresyon üzerindeki tedavi edici etkisini anlayabilmek için, beynimizin fonksiyonları ile ilgili kısa bir analiz yapmamız gerekmektedir.
Beynimiz milyonlarca sinir hücresinden meydana gelmiştir. Bu hücreler sinir sistemi ve lifleri vasıtasıyla birbirleriyle bağlantı halindedir. Sinir hücreleri ve liflerindeki bilgiler oldukça düşük düzeyde bulunan elektrik akımları ile hareket ederler. Birçok yerde sinir hücrelerinin birleşme noktaları vardır ki, bu kontak yerlerindeki aralık, aşağıdaki grafikte büyütülmüş olarak gösterilmektedir.
İki sinir kontak noktası ve taşıyıcı maddeler
Elektrik kablolarında iletimin sağlanabilmesi için kabloların birbirleriyle mekanik olarak tam bir bağlantı kurması gerekirken, sinir kontak noktalarında durum farklıdır: İki sinir hücresi arasında bir boşluk veya aralık vardır ki, bu boşluk elektrik akımının sıçramasını önlemek amacıyla bulunmaktadır. Bu aralıkta ön sinirlerden gelen bilgiler, kimyasal iletici sıvı veya maddeler yardımıyla sonraki sinirlere iletilmektedir. Ön sinirler bu boşluğa bilgileri taşıyacak olan taşıyıcı maddeleri bırakırlar. Bu madde aralığı geçerek karşıdaki sinir ile kısa süreli bir temas kurar, daha sonra bilgiler tekrar elektriksel akım haline dönüşerek sonraki sinir bağlantısına iletilmiş olur.
Biyolojik – psikiyatrik görüş, depresyonun bu aralıktaki belirli iletici maddelerin olması gerekenden daha az miktarda olmasından kaynaklandığını savunmaktadır. Bizim örneğimizdeki Bay A. birkaç haftalık antidepresan tedavisi sonrası iyileşmişti. İlaç, beynimizdeki taşıyıcı veya iletici maddelerin bozulan dengesini tekrar oluşturmuştur.
Psikanaliz Bakış Açısı
Depresyonun ortaya çıkmasında, yaşantılarımız ve deneyimlerimiz de elbette büyük rol oynamaktadır.
Psikanaliz veya diğer bir ifade ile analitik psikoloji bireysel yaşantıları analiz edip, araştırmayı amaç edinmiştir. Çocukluk çağındaki yaşantılarımızın ileriki yaşantılarımızı da etkilediğini ve bu etki ile ilgili detayı psikanaliz vasıtasıyla elde ettik.
Psikanaliz açısından Bay A’nın durumu şu şekilde açıklanabilir: Bay A.’nın annesi hastanede tedavi gördüğü sırada, kişilik gelişimindeki en kritik dönemlerin birinde bulunmaktaydı. İnsan böyle bir kaybı çocuk açısından yeterli derecede etkileyici açıklayamaz: Hayatındaki en önemli kişi aniden ortadan kaybolmuş, çocuk henüz annesinden gördüğü davranış, şefkat ve güveni başkalarından sağlayabilecek durumda değildir.
Bu psikolojik travma hali Bay A.’daki kendine güven duygusunu azaltmıştır. Bu olaydan sonra kendi hayatını bilinçsiz bir şekilde şöyle yönlendirmiş olabilir: Mümkün olduğu kadar annesiyle olduğu gibi yakın ve mutlu bir ilişkiye sahip olarak; yeniden bir kayıp anlamına gelebilecek her şeyi önlemek. Bay A. erkenden evlenmiş ve eşiyle oldukça yakın ve mutlu bir ilişki oluşturmuştur.
Çocukluğunda ve gençliğinde babasıyla olan ilişkilerinde, bu ilişkiyi tehlikeye atabilecek veya zarar vermesine yol açabilecek durumlardan korumak üzere babasını sürekli haklı görmüştür. Bu tutumunu bir yetişkin olarak patronuna karşı da sürdürmektedir.
Bay A.’daki gelişme bu bakış açısı ile ele alındığında, bu durumların veya yaşantıların bir hastalığa sebep olabileceği hiç düşünülmemişti. Bu yaşantılar sadece, kişiliği etkileyen çocukluktaki yaşantıları belirlemek üzere açıklanmıştı. Bay A. arkadaş canlısı, içine kapanık, biraz kendine güveni zayıf, çalışkan ve titiz bir insandır.
Ancak hayatta bazı olaylar ve yaşantılar ortaya çıkabilir ve bunlar eski kaybetme korkularını veya çaresizlik ve hayal kırıklıklarını tekrar geçmişten alarak bu güne getirebilir. Bay A. için bu yaşantılar eşinin hastanede uzun süreli yatması ve patronunun kendisini olumsuz eleştirisi olarak görülebilir. Dışarıdaki biri için yada farklı kişilik özelliklerindeki farklı bir insan için bu yaşantılar bir anlam ifade etmez iken, Bay A.’nın kendine mahsus öznel kişilik özelliklerinden ve geçmiş yaşantılarından dolayı oldukça yıkıcı ve dramatik olabilmektedir. Bay A. hayal kırıklıklarını ve geçmiş yaşantılarını başkalarına ifade edememekte, kızgınlığını ve hiddetini kendisine yönlendirmektedir. Depresyon, kişinin bilinçsiz bir şekilde kendisine olan kızgınlığının ifadesidir.
Öğrenme Teorileri Açısından
Düşünce ve duygularımız arasında oldukça yakın bir ilişki vardır. Elbette sizler gerçekçi ve hayalci kişileri tanımışsınızdır. Hayalci kişiler bardağın yarısının hala dolu olduğunu görerek sevinirken; gerçekçi kişiler bardağın yarısının boş olduğunu görerek üzülürler. Öğrenme teorileri, onları etkileyen işte bu tür düşünce yapıları ve deneyimleri ile ilgilenirler.
Bay A. nın önemli bir öğrenme sonucu kazandığı deneyim de; kendi işinin tanınan ve değer verilen bir iş olduğu idi. Depresyonun ortaya çıkışından önceki zamanda Bay A. patronundan hoş olmayan davranışlar görmüş ve haksız yere eleştiriler almıştır. Övgü ve değer bu kişi için merkezi bir anlam taşıdığı için, daha net bir ifade ile faaliyet ve aktivitelerinin motoru olduğu için, bu ödüllerin kaldırılması ve yerine ceza olarak düşünülebilecek tutum ve davranışların gelmesi motivasyonunu söndürmüştür.
Bay A.’nın depresif olmasının bir nedeni de; anlaşmazlık durumlarında hatayı sürekli kendinde aramaya dönük geçmiş deneyim ve öğrenme yaşantılarıdır. Eşi hastaneye yattığında, çocuklukta annesi ile ilgili yaşantısından öğrendiği yine benzer bir davranış kalıbı ortaya çıkmakta; hayatındaki önemli bir dayanağı ortadan kalkarsa, artık ondan sonra hayatın değeri kalmayacağı düşüncesidir.
Modern Bakış Açıları
Bugünkü modern teori ve görüşler, yukarıda bahsedilen üç farklı görüşün depresyonu açıklamaya ve tedavisine yönelik farklı düzeyde ve tamamlayıcı katkılarının olduğunu göstermektedir. Bu üç görüşü birlikte ele aldığımızda, depresyonun ortaya çıkışı ve ilerleyişi şu şekilde açıklanabilir:
Öncelikle depresyonun ortaya çıkışında en önemli etken, kişinin depresyona olan yatkınlığıdır. Anne ve babasında depresyon görülen çocuklarda, depresif tablo görülme sıklığı diğerlerine göre anlamlı derecede fazladır. Bu da anne ve babadan genetik olarak bir yatkınlığın çocuğa yansıdığına işaret etmektedir.
Çocukluk çağında, özellikle kritik dönemlerdeki kayıplar ve hayal kırıklıkları, depresif davranış ve duygulanım bozuklukları oluşturan önemli etkenlerden biridir. Ancak bununla beraber beynimizdeki biyokimyasal değişiklikler de bu etkiyi oluşturabilen önemli bir faktördür. Yetişkinlik dönemlerinde çocukluktan veya daha önceki yaşantılardan kalan kaybetme korkuları tekrar ortaya çıkabilir.
Örneğin;
• Gerçek bir kayıp nedeniyle (Örneğin eşlerden birinin ölümü veya boşanma)
• Korku duyulan bir kayıp nedeniyle (Patron beni eleştirirse, onun sempati ve güvenini kaybederim)
• Sembolik bir kayıp olayı nedeniyle (Bir kliniğe geliş veya yatış, yada sadece bir hastane kokusu dahi, eğer çocuklukta bununla ilgili bir kayıp yaşantısı varsa)
Yetişkinlerde tekrar aktif hale gelen kayıp korkusu, aynı çocuklukta olduğu gibi beyindeki sinir taşıyıcı maddelerinde bir değişime neden olur.
İlaç tedavisi, biyokimyasal değişikliklere ve bozulmalara etki ederek, onları tekrar dengeli ve doğal haline getirerek, psikolojik dengenin tekrar oluşmasını sağlar. Psikoterapotik yaklaşımlar ise; psikolojik süreçleri dengeli ve pozitif hale getirerek, beynimizdeki biyokimyasal dengenin oluşmasını sağlar. Daha açık bir ifadeyle; depresyonun oluşması ve tedavisinde fiziksel ve psikolojik etkenleri birbirinden tam olarak ayırmak mümkün değildir. Birinde meydana gelen değişim, diğerini de direk olarak etkilemektedir.
İkincil Hastalık Olarak Depresyon
Depresyon nedenlerinin çok çeşitli olduğunu söylemiştik. Bedensel değişimler ve yaşantılarımız birbiriyle iç içedir. Bazı hastalarda psikolojik yaşantılar yada yaralanmalar depresyonun belirleyicisi olarak bulunmasına rağmen, diğer bazılarında ise öncelikle bedensel değişimler meydana gelmekte ve buna karşı depresif davranış oluşturulmakta ve daha sonra da bedensel değişimler arttırılmaktadır.
Açık bir şekilde bedensel değişimler sonucunda ortaya çıkan bu tür depresyona örnek olarak, birçok hastalık çeşidi örnek verilebilir:
• Birçok iltihaplı hastalıklar (Örneğin çoklu Skleroz ve kronik romatizma ) genellikle depresyon ile devam eder.
• Tiroid bezi hastalığı ve diğer hormonal kaynaklı beze bozuklukları depresyona yol açabilir.
• Parkinson hastalığının erken döneminde, depresyon belirgin ön tablo olarak ortaya çıkabilir.
• Doğum kontrol hapları gibi bazı ilaçlar da, depresyonun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Bunların dışında birçok bedensel temel hastalık veya bunlarla beraber ortaya çıkabilecek değişimler depresyona yol açabilecek nedenler içinde yer alır. Bazı durumlarda da depresyon temel fiziki hastalıkların habercisi olarak da bulunabilmektedir. Bu nedenle her yeni depresif tablo bir uzman tarafından değerlendirilerek, beraberinde veya sonucunda bir fiziki hastalığın olup olmadığı belirlenmelidir. Bu durumlarda temeldeki fizyolojik kökenli hastalığın tedavisi, depresyonu da ortadan kaldıracaktır.
Tekrarlayan Depresyon
Tam olarak tedavi edilmemiş depresif hastalarda depresyon tablosu bir müddet sonra tekrar ortaya çıkabilmektedir. İki depresif safha arasında on yıllar olabileceği gibi, nadir durumlarda birkaç hafta da bulunabilmektedir. Ortalama olarak, tekrarlayan depresyon tablosu olan hastalarda depresif safhalar arasında beş yıl bulunduğu ortaya konulmuştur.
İstatistiki olarak ağır depresyon geçirmiş kişilerin %50 – 60’ının ikinci bir depresyon geçirme olasılığı vardır. İki kez ağır depresyon geçirenlerin üçüncü kez %70, üç kez geçirenlerin ise dördüncü kez geçirme olasılığı %90 olarak bulunmuştur.
Çocukluğun kritik dönemlerinde meydana gelmiş yaralayıcı bir kayıp yaşantısı (örneğin; annenin ölümü, ağır hastalıklar, hayat statüsündeki ani değişimler, vb) çocukta ilk depresyonu oluşturur. Zamanla depresif tablo düzelmesine rağmen, sinir sisteminde arkasında bir iz bırakır. Yetişkinlik döneminde tekrar yaşanan bir kayıp yaşantısı (eşin ölümü veya yakınlarının ağır hastalığı gibi) daha önceden iyileşen depresyonun yeniden ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Firmada bir yükselme ve ilerleme kaydedişi hastada kendini aşma duygusunu uyandırarak, rahatsızlığa ve başaramama duygularına neden olabilir ki, sonucunda tekrar depresyon yaşanabilir. Bir başka depresif atak, bir taşınma sonrası ortaya çıkabilir. Daha sonraki depresif tabloların oluşmasında artık bir nedene ihtiyaç duyulmamaktadır.
Depresyon daha sık oluşmaya başladıkça, depresyona neden olabilecek faktörler ve olaylar daha az görünür olmaktadır. Sinir sistemi araştırmalarından ortaya çıkan sonuçlara göre; daha fazla sayıda depresif tablo yaşanması, bu tabloların ortaya çıkışında sinir sisteminin her defasında daha az uyarıcıya gereksinim duymasını gerektirmektedir. Yani sinir sistemi depresif uyarıcılara karşı tolerasyon geliştirerek, daha hassas hale gelmekte ve tepkiyi daha kolay bir şekilde vermektedir. Aşırı bazı durumlarda ise, neredeyse depresyona neden olabilecek herhangi bir neden görülememektedir.
Eğer bu görüşü doğru ve gerçekçi kabul edecek olursak, bu durumda depresyona karşı aşırı duyarlılığı önlemek için ortaya çıkan depresyonla mücadele ederek ortadan tamamen kaldırmak daha büyük bir önem kazanmaktadır.
Depresyonun Sıklığı
Depresyon, endüstrileşmiş ülkelerde en sık görülen hastalıkların arasındadır. Örneğin Almanya’da her 100 kişiden 13’ü hayatında en az bir defa tedavi edilmesi zorunlu ağır bir depresyon yaşamaktadır. Kadınlar depresyonu erkeklere göre en az 2 kat daha fazla yaşamaktadır. Farklı araştırma sonuçlarına göre depresyonun yaşam boyu oluşma olasılığı kadınlarda % 10 ila %25, erkeklerde ise %5 ila arasında değişmektedir.
Uzmana Başvuru
Fiziki muayene yapılmadan önce, hasta ile detaylı bir görüşme yapılması gerekmektedir. Örneğin uzman öncelikle tıbbi ve sosyal özgeçmişini araştırarak bilgi edinir ve şimdiki hastalığın şekli ve gidişatını öğrenir.
Birçok durumda, hastanın bir yakının uzmana bilgi vermesi büyük kolaylık sağlar. Bunun ön şartı, hastanın bukonuda hemfikir olmasıdır. Bazı hastalar, yakınlarının görüşmesi sırasında orada bulunmak isterken, bazıları farklı zamanlarda gelmeyi tercih edebilmektedir. Bu konuda hasta ve yakının uzmana gelmeden önce fikir birliğine varması gerekir.
Bazı ilaçların depresyona yol açabileceğinden dolayı, depresyon hastası doktora gelirken daha önce kullandığı veya halen kullanmakta olduğu ilaçları da beraberinde getirmesi gerekir. Özellikle ilaç kullanıma veya organik nedenlere bağlı olduğu düşünülen depresyonlarda, uzman kişi; genel bir fiziki muayene dışında, kan tahlili, EEG (Elektroensefolografi) ve bazı durumlarda da Tomografi veya EKG (Elektrokardiyografi) isteyebilecektir.
Ne tür bir muayene ve araştırmanın yapılacağına; hastanın hikayesi ve belki de daha önceki doktorlar tarafından daha önce yapılmış olan araştırma bulgularının sonuçlarına göre karar verilir. Bu tür araştırma ve muayenelerin yapılmasının amacı, depresyona yol açabilecek organik bir hastalığın veya ilaç kullanımının yol açıp açmadığının tespit edilmesidir.
Depresyon Türleri ve Tedavi Yaklaşımları
Depresyonun iki önemli tedavi şekli vardır. Bunlar; İlaç tedavisi ve Psikoterapi’dir. Her iki tedavi şeklinde de son yıllarda büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Hastanın depresyon hikayesine, şekline ve ağırlık derecesine göre günümüzde bu iki tedavi şeklinin kombinasyonu en ideal yol olarak uygulanmaktadır.
Basit ve orta düzey depresyondan anlaşılması gereken; kişinin günlük görev ve sorumluluklarını (ev ve iş) az çok çaba ve gerginlik içinde, olması gerekene yakın bir düzeyde yerine getirebileceği duygu halidir. Bu tip durumlarda özellikle bitkisel antidepresanlar (Batı Avrupa’da) ve sıklıkla psikoterapiler daha sıklıkla kullanılabilir.
Genelde bitkisel antidepresanlardan, biyokimyasal olanlarına göre elde edilen etki daha az güçlüdür. Ancak hafiften orta dereceye kadar olan depresif durumlarda bu tür yan etkisi olmayan doğal kaynaklardan da yararlanılabileceği, yine uzman kontrolünde tedavinin sürdürülmesi gerektiği bilinmelidir. Depresif tabloda meydana gelebilecek değişikliklere veya kullanılan bitkisel tedavinin etkinliğine göre uzman gözetiminde gerektiğinde diğer tür ilaçlara geçilebilecektir.
Ağır depresyon durumlarında, etkinliği ispatlanmış olan türdeki ilaçların kullanılması zorunludur. Depresyonun türüne göre; hafiften orta dereceye kadar olanlarında ilaç tedavisi veya psikoterapi seçeneklerinden sadece biri de kullanılabilir. Orta Düzeyden ağır düzeye kadar olan depresyon durumlarında, kişi günlük görev ve sorumluluklarını yerine getirebilecek durumda değildir. Bu tip durumlarda ilaç tedavisinin başlanması, beraberinde de psikoterapi desteği verilmesi en uygun olan tedavi yaklaşımıdır.
İlaç tedavisi, antidepresan denilen ilaçların alınması olarak anlaşılır. İlaçların tam olarak etkinlik gösterebilmesi için belirli bir süre geçmesi gerekmektedir. Bu tür ilaçlarda etkinliğin değerlendirilebilmesi için en az 2 haftalık bir süre ilacın düzenli olarak kullanılması gerekmektedir. Birkaç günlük ilaç kullanımından sonra; iyi gelmediğini düşünerek hayal kırıklığına uğramamak gerekir. Çünkü ilaçlar biyokimyasal düzenekte etkinlik sağlamamış, duygulanımda düzelme meydana gelmemiştir.
Antidepresan ilaçlar kendi aralarında; etkinlik mekanizmaları ve etkin maddelerinin farklı olması nedeniyle ayrıma tabi tutulurlar. Örnek olarak; sinirlerin kontak noktalarında görev yapan farlı iletim maddelerinin (serotonin, dopamin, norepinefrin) birine veya birkaçına etki edebilmesi, etkinlik dereceleri ve miktarı, etkinlik yönü, ortaya çıkardığı yan etkileri verilebilir. İlaçların bu farklı etkinlik düzeneği, her hastada aynı şekilde ortaya çıkmaz. Aynı ilaç bazı hastalarda iyileşme sağlayabilirken, diğerlerinde aynı olumlu etki görülemeyebilir. Dolayısıyla farklı hastalar için farklı antidepresan ilaçların kullanılması gerekebilir. Günümüz koşullarında elimizde, farklı hasta grupları için kesinliği garantilenmiş farklı ilaç grupları bulunmamaktadır. Bu nedenle etkinlik sağlayamayan ilaçlar birkaç haftalık deneme sonrası değiştirilerek, aynı hastada ikinci farklı bir ilaç kullanılabilir. Bu tür uygulama antidepresan ilaç grubu için normaldir ve günlük uygulamalar da bu şekilde yürütülmektedir.
Antidepresan kullanımı, hastalarda istenmeyen rahatsız edici bedensel yan etkiler ortaya çıkarmasına rağmen, bu yan etkiler genellikle tehlikesizdir. En sık görülen yan etkiler arasında; ağız kuruluğu, fenalık hissi, titreme ve ürperme, sersemlik, yorgunluk hissi ve uyku bozuklukları vardır. Bu yan etkiler hastalarda katlanılamayacak düzeye gelir ve ilaç tedavisini bırakma eğilimi oluşturursa, muhakkak uzmanı ile tekrar görüşmesi ve şikayetlerini bildirmesi gerekir. Kişilerin ilaçları gösterdiği duyarlılık düzeyleri farklı olduğundan, ilaç değişimi veya dozunun azaltılması, yan etkilerin azalmasını sağlayabilir. Ayrıca bütün antidepresanlarda az veya çok yaşanan bu yan etkilere karşı, ilaç grubuna bağlı olarak genellikle 3 ila 10 gün arasında tolerans gelişerek, yan etkiler büyük oranda azalacak ve hastalar daha az rahatsızlık duyacaktır.
Bazı hastalar antidepresanların bağımlılık yapacağından çekinirler. Bu yanlış anlayış; antidepresan denilen ilaç grubunun psikolojik ilaç grubu içinde bulunması ve psikolojik fonksiyonlar üzerinde etkinliğinin olmasından kaynaklanmaktadır. Psikolojik ilaç grubu içinde yer alan Trankilizan ve Benzodiyazepin türü ilaçların (Xanax, Valium, Diazem, vb.) uzun süreli kullanımı (6 haftadan daha fazla) sonucunda kişilerde bu ilaçlara karşı bağımlılık oluşma tehlikesi mevcuttur.
Psikoterapi ile tedavi yaklaşımı, bu konuda eğitim almış ve deneyimli uzmanlar tarafından yürütülmelidir. Psikoterapi, hastanın tedaviye aktif olarak katılımını gerektirmektedir. Ağır depresyon durumlarda bu mümkün olamayabilir. Bu durumlarda öncelikle ilaç tedavisi ile ilerleme sağlanarak, hastanın aktif katılım yapabileceği düzey sağlandıktan sonra psikoterapi ile tedavisinin sürdürülmesi uygundur.
Birbirinden oldukça farklı psikoterapötik yaklaşımlar mevcuttur. Hangi metodun hangi hastaya uygun olacağına karar vermek oldukça zordur. Ancak her psikoterapi metodunun kendine mahsus özelliklerinin yanında, hasta ve terapistin birbirlerine uyumu ve iletişimi de büyük rol oynamaktadır.
Psikanalitik terapi metodu; çocuklukta yaşanmış kayıp yaşantıları ile, duygusal engellenmeler ve yaralayıcı deneyimlerin tekrar yaşanmasını ve bilinçli hale gelmesini sağlayarak, hastanın bakışını ve ele alışını değiştirmeyi hedef alır.
Davranışçı yaklaşım ise; mümkün olabilecek ve görünen stres faktörlerini ortadan kaldırarak yada azaltarak, depresif davranış biçimini hastaya gösterip, bunun değiştirilmesini amaçlamaktadır. Davranışçı terapi yoluyla geliştirilen kognitif (bilişsel) terapi, özellikle depresyon için özel bir tedavi yaklaşımı geliştirerek, düşünce kalıpları ve şekli üzerinde çalışmaktadır.
Kişiler arası terapi yaklaşımı ise; depresyonun nedenleri veya depresyonu ortaya çıkaran faktörler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu nedenler; kişiler arası çatışmalar (eşler arası, sosyal ilişkilerde, iş ortamında, vb.), rol çatışmaları (çalışan annenin çocuklarına karşı geliştirdiği suçluluk duygusu), yas, insanlar arasındaki farklılıklar (kendini ifade edebilme eksikliği, iletişim bozuklukları, vb.) ve rol değişimleri (emekliliğe geçiş, menapoz, vb.) olarak sayılabilir.
Tekrarlayan Depresyonda Tedavi Yaklaşımı
Ağır bir depresyon, hastanın kendisi ve yakınları için hayatlarında ciddi bir problem ve yük oluşturur. Eğer bir de depresyon tekrarlayıcı bir özellik gösteriyorsa, bu yük ve problem daha ağırdır. Bu durumlarda; antidepresan ilaçlar da bazen yetersiz kalabilmekte, ek ilaçlarla (Lityum) tedavi desteklenerek, depresif tablonun tekrar ortaya çıkışı engellenebilmekte yada daha hafif düzeyde seyretmesi sağlanmaktadır. Kullanılabilecek bu ek ilaçların da bağımlılık oluşturucu yönü yoktur. Bazı ağır durumlarda bu tür ilaçların uzun yıllar boyunca, bazen de ömür boyu kullanılması gerekebilir.
Düzenli olarak günlük ilaç almak ve belirli aralıklarla kontrole gitmek, gerçekten de kabul edilmesi zor bir durumdur. Özellikle de ilaç kullanımı uzun yıllar aldığında veya ömür boyu kullanılması gerektiğinde, kabul edilebilirliliği daha da zorlaşmaktadır. Çünkü ilaç kullanımı, getirdiği yan etkileri, hasta olduğunun sürekli hatırlanması ve tam iyileşmenin belki de hiç gerçekleşmeyeceği ve bunların getirdiği sosyal iticilik gibi diğer psikososyal olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Ancak sonuç itibariyle bu tür bir koruyucu tedaviye karar verecek olan uzman değil, hastanın kendisidir. Dolayısıyla kendisine ve hastalığına ilişkin sorumluluğu da üstlenmek zorundadır.
Uzman kişi bu durumun farkındadır. Bu nedenle hastalığın gidişatı ve tedavisine ilişkin önemli koruyucu önerileri hastaya iletir; örneğin, bugün geçirdiği depresyonun beş yıl içinde iki kez yenileyici safhasının olabileceğini hastaya söyler.
Birkaç depresyon tekrarından sonra, koruyucu tedaviye alınan kişinin hayatı, normal şartlar altında yeniden planlanabilir, yaşanabilir ve hastalık safhalarından arındırılmış olur. Bütün koruyucu tedaviye rağmen optimal dengeye ve sağlığa ulaşılamamışsa, zaman zaman hafif düzeyde depresyon tekrar geliyorsa, bu durumda kişinin bu koşullarda yaşamını sürdürmesi zorunludur. Çünkü ağır depresyon durumlarında, işinden ve ailesinden uzun dönemli kopuşlar ve günlük hayatı sürdürememe haline göre, hafif depresyon tablosu daha yaşanılabilir ve katlanılabilir bir tablo sergilemektedir.
Depresyon Geçirenlerin Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar
Depresyon işaretlerini görür görmez, en kısa sürede bir uzmana başvurun. Şikayetlerinize göre uzman sizi daha detaylı olarak yönlendirecektir.
Uzmana giderken yanınızda sizi iyi tanıyan bir yakınızı veya akrabanızı götürmeniz daha faydalı olacaktır. Tedavi süresinin üç aydan altı aya kadar sürebileceğini unutmayınız. Eğer daha önce de depresyon geçirdi iseniz, bu durumda tekrarlamaları önlemek üzere koruyucu ve daha etkin bir tedavi planının uygulanacağını unutmayınız.
Depresyon tedavisinin ilaçla yürütüldüğü durumlarda, özellikle birden fazla ilacı bir arada kullanmanız gerektiğinde, tedavi süresince düzenli kullanmanız ve olası yan etkilerine katlanmanız gerektiğini unutmayınız. Farklı rahatsızlıklarınız için kullanmanız gereken ilaçlar olduğunda, bu durumda doktorunuz ile konuşmayı ihmal etmeyiniz.
Depresyonda olsanız dahi, hayattaki olumlu ve güzel şeyleri görmek için çaba harcayınız. Sadece negatif olaylar ve özellikler üzerinde odaklanmayınız.
Depresyonda dahi olsanız, bir şeylerle meşgul olmaya ve çalışmaya gayret edin. Kendinizi bir yerlerde kapatmak, çalışmayarak meşguliyetsiz kalarak büzülüp saklanmak, depresyonu arttıracaktır.
Birçok depresyon hastası için günlük veya haftalık planlar hazırlamak son derece yararlı olabilmektedir. Tabii ki burada önemle üzerinde durulması gereken, plan yaparken aşırı katı ve zorlayıcı yaklaşımdan uzak durulmalıdır. Yaptığınız plana tam olarak uyamayabilseniz bile, her aktivite ve değişiklik sizin için bir başarıdır ve önemlidir. Onaylanma, özellikle de kendi kendinize verdiğiniz değer depresyonu aşabilmeniz için en önemli kazanımlardır.
Eğer eski ilişkilerinizi ve arkadaşlıklarınızı bitirdiyseniz, tekrar kontak kurun. Arkadaşlarınızı tekrar arayın, kısa da olsa arkadaşça ve dostça olan destekleyici görüşmeler sizin için çok önemlidir.
Eğer intihar düşünceleriniz varsa, bunları arkadaşlarınız, eşiniz ve terapistiniz ile konuşun. Bu konudaki görüşmeler, krizi aşmanıza yardımcı olacak ve sizin daha iyi anlaşılmanızı sağlayacaktır. Siz bu ağır depresyon safhasından nasıl olsa çıkacaksınız ve intihar düşüncelerinizi gerçeğe dönüştürmediğinize şükredeceksiniz.
İyileşmenin ve depresyondan kurtulmanın yavaş yavaş olacağını, zaman zaman kendinizi tekrar kötü hissedebileceğinizi, aşağı inişler de kısa süreli yaşansa da, genel olarak iyiye doğru gideceğinizi unutmayın.
Depresyon hastanın aile hayatı ve ikili ilişkilerini son derece kötü etkileyebilecek ağırlıkta olabilir. Bazı aileler, bu gidişin nereye kadar olacağına ilişkin sorular sormaya başlarlar. Bu hastalık dolayısıyla ailelerin finansal problemleri de bu durumu kötüleştirebilir. Genellikle de evde diğer yaşayanlar ve çocuklar da bu koşullardan kötü etkilenmektedir.
Depresyon Geçirenlerin Yakınlarının Yapabileceği Yardımlar
Eğer hasta depresyona bağlı büyük ümitsizlik ve çaresizlik duygularını dışarıya yansıtıyorsa, hayata ve kendisine ilişkin umutları azalmışsa, hastaya sürekli ve etkin bir şekilde; tekrar tamamen eski halini alacağını, tamamen iyileşeceğini söylemeliyiz.
Depresyon kişilik bozukluğu yada iradesizlik demek değildir. “Çek kendini çıkar şu durumdan” veya biraz iradeni kullan” gibi ifadeler kişiyi daha derin bunalıma itmekten başka işe yaramaz.
Eğer bir kişi ağır bir depresyon geçiriyorsa, ondan kendini alabilmesi ve kolayca çıkabilmesi mümkün değildir. Depresyondaki kişiye onun kaldıramayacağı; seyahate çıkmak, toplantılara katılmak gibi büyük öneriler getirmek yanlış olabilir. Bunun yerine istek ve gücü yeterli ise; kısa yürüyüşler, şehir turları, eğlenceli arkadaş ziyaretleri, vb. önerilmesi çok daha uygundur. Bu türden kısa ve küçük faaliyetler kişiye halen bir şeyler yapabileceğini ve değerli olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşır. Gücünü ve yapılabilirliliği aşabilecek faaliyet ve öneriler, hastanın çaresizlik ve işe yaramazlık duygu ve düşüncelerini arttırabileceğinden, yararından çok zararı olabilir.
Bazen depresif hastalar kızgın ve öfkeli de olabilirler. Diğer taraftan onların karamsarlığı ve umutsuzluk duyguları tüm aileyi genel bir depresif duruma sokabilir. Eş ve çocukları hastanın sorunlarını paylaşma adına, kendilerini ağır bir yük ve sorun altına atabilirler. Özellikle bu durumlarda, eğer yakınlarını bu durumdan kurtaracaksa, hastaların klinik veya hastanelerde tedavi görmeleri daha uygun olacaktır.
Bazen depresyon sadece hasta olan kişiyi değil, bu kişinin aile üyelerini de etkisi altına alarak bir ağ oluşturur. Çünkü aile bireyleri depresif durumu yanlış bir değerlendirme ile utanılacak bir olay haline getirerek, kimse ile hastalık hakkında konuşmazlar. Bu tür ağır durumlarda hastalıkla ilgili olarak güvendiğiniz yakınlarınız veya bir uzman ile konuşunuz. Daha fazla derin ve ağır duruma düşmenize izin vermeyiniz. Depresyon geçiren kişilerin bakım ve nezareti için bazen yardımcı bularak, dışarı çıkıp, farklı ortamlara girmeli, farklı konuşma ve faaliyetlerde bulunmalısınız. Eğer siz de hasta olacak olursanız, size yardımcı olabilecek başka kişileri bulmak çok daha zor olacaktır.
İntihar düşünceleri olan depresyon hastası, yakınları açısından büyük bir önem taşır. İntihar düşünceleri hasta tarafından bir kez ifade edildikten sonra, artık hastayı kaybedebilme tehlikesi ortaya çıkmıştır. Yapılan araştırmalar da bu sonucu doğrulamaktadır. Ağır depresyon geçiren hastaların yaklaşık ’i intihar ederek yaşamını yitirir. 55 yaş ve üzerindeki intihar sonucu ölüm oranları, diğer yaş gruplarına göre 4 kat daha fazladır.
Bu durumda özellikle hastanın yakınları, depresyon hastasının bu düşünceleri ile nasıl başa çıkılacağı ile ilgili soru işaretleri taşırlar. Hasta ile nasıl irtibatın yürütüleceğini açıklayıcı kesin bir cevap veya reçete yoktur. Ancak dramatize etmek ve hastanın her an intihar edebileceğini düşünmek de yanlıştır. Karşımızdaki hastanın öncelikle şunları anlamasını sağlamaya çalışmalıyız: Benimle veya bizimle beraber yaşamak o kadar kötü bir şey mi? Hastanın yanında olduğumuzu, onu kaybetmenin bizim için ne anlama geleceğini sakin bir şekilde ifade etmeli ve hissettirmeliyiz. Hasta olan yakınınızın tekrar iyileşeceğine ve eski haline kavuşacağına ilişkin güveninizi söylemeliyiz.
Tabi ki hastanın intihar düşüncelerinden hastanın tedavisi ile ilgilenen uzmanın haberinin olması, mümkünse hasta tarafından haberdar edilmesi sağlanmalıdır.
Eğer hasta intihar düşüncelerini kendisi ifade etmiyorsa, yakınları tarafından dile getirilmeye veya anlaşılmaya çalışılmalıdır. Örneğin; “Son zamanlarda senin için her şey boş, sanki hiçbir anlam taşımıyor. Bazen daha fazla yaşamak istemediğini düşünüyor musun?” şeklinde hastanın intihar düşünceleri sorgulanabilir.
Eğer sorunuza olumlu bir karşılık aldıysanız, örneğin; “Bir sonraki gün bu konuda konuşmak için sana güvenebilir miyim, yarına kadar kendimi güvende hissedebilir miyim?” şeklinde bir başka soru sorarak, mümkün olduğunca sorumluluk vermeye, zaman kazanmaya ve güven hissettirmeye çalışmalıdır.
Bu tür durumlarda hastanın yakınları ve uzman kişi beraber çalışarak, hasta ile yapılan önceki görüşmeler hakkında karşılıklı olarak birbirlerini bilgilendirmeli, hasta ile bundan sonraki ilerlemeler hakkında konuşulmalıdır. Özellikle intihar düşüncelerinin yoğunlaştığı ve çok ağır safhaların yaşandığı bazı durumlarda uzman hastanın bir klinik yada hastanede yatarak tedavi görmesini gerekli görebilir.
İntihar düşünceleri olduğunu kabul eden hastaya; bunu nasıl gerçekleştirmek istediği, bir hazırlık yapıp yapmadığı da sorulabilir. Eğer bu iki soruya olumlu cevap verilmiş ise, bu durumda hastanın bir şeyler yapabileceğine ilişkin risk oldukça yüksektir. Bu durumda hastaya şöyle bir konuşma yapılabilir:”Anlayabildiğim kadarıyla sen, bu hastalığı yenmek için daha fazla bir şey yapmak istemiyorsun. Bu durumu bir uzman ile görüşerek, beraberce çözüm yolu aramaya çalışalım.”
Son Söz
Etkili ve başarılı bir depresyon tedavisi için, uzmanın ve hastanın planlanan tedavinin olumlu ve riskli taraflarını anlayabilecekleri ortak bir dil oluşturması zorunludur. Böyle bir anlayış çerçevesinde uzman; hastanın birçok sorusunu cevaplamak, hastalık ve tedavisi ile ilgili bir yığın bilgiyi hasta ve yakınlarına vermek durumundadır. Doğal olarak özellikle depresyon tedavisi; uzun ve zahmetli bir süreci beraberinde getirmekte, hasta ve yakınlarının dışında uzman olan kişinin de yeterli zaman ve çaba harcamasını gerektirmektedir.
Depresyon tedavisinde, diğer hastalıklarda olduğundan daha fazla, hasta ve yakınları ile uzman arasındaki güven ilişkisi son derece önemlidir. Uzman yeterli güven sağlayamadığı veya hasta ve yakınları bu güveni alamadığı taktirde, tedavinin amacına ulaşması oldukça zordur. Bunda; hasta ve yakınlarının farklı uzmanlara müracaatı ve sonucunda farklı tedavi planlarının oluşması, bu süre zarfında zamanında ve yeterli müdahalenin yapılamaması, hastalığın seyrinin ağırlaşması gibi nedenler rol oynamaktadır. Bu nedenle, uygun bir araştırma ve inceleme ile uzman seçilmeli, tedavi süresince de uzman değiştirilmemeye dikkat edilmelidir.
Dr. Ahmet Türker
Klinik Psikolog